Selanik Asliye Hukuk Mahkemesi Olayı Nedir?

ishak111

Acemi Üye
Silver
#1
Selanik Asliye Hukuk Mahkemesi Olayı Nedir?Yıllardır bazı çevrelerce elden ele dolaşan bir belge var, onu tartışalım. Aşağıda belgenin aslını ve (Latin)Türkçesini bulabilirsiniz: (Belgenin açılması için biraz bekleyelim) http://i1212.photobucket.com/albums/cc458/rojawelad/adsz2.jpg
Belgenin büyük fotoğrafı:http://i1291.photobucket.com/albums/b557/berxwedanmaran/Selanik_Asliye_Hukuk_Mahkemesi1_zps315396aa.png
Şimdi, izin verirseniz iki grup tartışmacıya söz hakkı verelim, biri belgeyi yalanlayan biri de doğrulayan kişiler olsun.

Belgeyi yalanlayanlar ile belgeyi doğrulayanları karşı karşıya getirirsek;

Belgeyi öne sürenlerin verdiği bilgi şudur : Selanik’te Abduş adındaki bir kabadayı öldüğü vakit onun mirası tartışma mevzusu olmuştur. Zübeyde adındaki kadın ; Abduş’un karısı olduğunu iddia eder, Abduş’tan kalan mirasın tamamının kendisine ait olduğunu ve oğlu Mustafa’nın Abduş’un oğlu olduğunu söyler. Bunun üzerine Abduş’un akrabaları bu duruma karşı çıkarak, Zübeyde Hanım’ın genelevde çalıştığı ve Abduş ile anlaştığı vakit Zübeyde’nin oğlu Mustafa’nın iki yaşında olduğunu iddia ederek; bu söylenenlerin doğruluğu için Zübeyde Hanım’ın çalıştığı geneleve sorulmasını mahkemeden isterler. Mahkeme de gerçekten geneleve yazdığı tezkerenin cevabında , Zübeyde hanımın genelevde çalıştığı ve Abduş’la beraber anlaşıp çıktığı malumatı üzerine , Zübeyde hanımın miras davasının reddine karar verir (1).

Kemalist tartışmacı itiraz ederek tartışmayı başlatıyor : Selanik Asliye Hukuk Mahkemesi böyle bir "ilam" (karar) vermiş olamaz. Osmanlı'da miras, aile, nesep, nafaka gibi konularda Müslümanlar için Şer'iye mahkemeleri, Hıristiyanlar için kiliseler görevli idi. Prof. Ahmet Akgündüz'ün editörlüğünde yayınlanan "Şer'iye Sicilleri"adlı büyük eserin 1. cildinde bu konuda geniş bilgi vardır. (Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı yayınları, İstanbul 1988) Osmanlı'da aile, miras ve nesep davalarına her devirde Şer'iye mahkemeleri bakmıştır. Tanzimat'la başlayan hukuk reformları sürecinde, 1867 tarihli Divan - ı Ahkam - ı Adliye Nizamnamesi, bu konulara Şer'iye mahkemelerinin bakacağını kesin olarak belirtmiştir. Asliye mahkemelerinin temelini oluşturan Nizamiye mahkemelerinin görev alanı ise ticaret, borçlar, gayrimenkul gibi davalardır. 1871'de bu görev bölümüne ilişkin yasa çıkmıştır. (Sf. 77 - 79) Zübeyde Hanım bir miras davası açmış ve bu sebeple Mustafa Kemal'in babası mahkemece araştırılmış olsaydı, bu işe "Selanik Asliye Mahkemesi"değil, "Selanik Şer'iye Mahkemesi" bakacak ve "ilam" (karar) verecekti!! Sözde 'belge'de bir de 20 kuruşluk pul vardır. O yıllarda buğdayın kilosu 0.66 kuruştu! (Vedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğunun İktisadi Şartları, sf. 133) Basit bir veraset ilamına "20 kuruşluk pul", pek sırıtan bir uydurmadır! (2).

Şeriatçı bu itiraza karşı iddia ediyor : Yukarıdaki paragrafın doğru olduğunu varsayalım. O durumda , baştaki Osmanlıca belgenin metni ve içeriği hakkında bu kadar ayrıntılı, bu kadar iyi tasarlanmış bir senaryo ; bu kadar ince ‘komplo planı’ kuracak beyinler, herhalde ‘Pul’ ve ‘Şeriyye-Asliyye’ konusunda da dikkatli olurlardı değil mi? Üst paragraftaki itirazların doğru olduğunu varsayarsak durum böyledir. Peki üst paragraftaki iddialar gerçekten de doğru mudur? (3) Aşağıdaki linki tıklayalım:

http://i1291.photobucket.com/albums/b557/berxwedanmaran/Selanik_Asliye_Hukuk_Mahkemesi___1_zpsc703e01b.png

Dolayısıyla Osmanlı Devleti’nde 1877’den itibaren Asliye Hukuk Mahkemeleri kurulmuştur ve bu mahkemeler, o zamandan bu zamana miras davasına –da- bakmaktadırlar. Bu belge gerçektir. Tanzimat Sonrası Osmanlı Devleti’ndeki hukuksal ve sosyal evrim; devletin tüm kurumlarını altüst etmiş ve devlet Şeriat’tan vazgeçmiştir. Hukuksal evrimde ; örneğin yukarıdaki Osmanlıca (mahkeme kararı) belgede yargıçların isim ve kıdemlerinin olup olmaması, hakim ve kadıların eğitim durumu, karardaki yazım ve görüş üslubunun yapısı, Osmanlı’nın karmaşıklaşan heterojen yapısının prototipi özelliğindedir. Osmanlı Devleti’nin Karlofça Anlaşmasıyla yaşamaya başladığı 2. Mahmut ile tırmanan büyük bir travma ile batılılaşma yolunda batılılaşma hedefiyle yürümesi, Osmanlı Devleti’nin bir çok kurumunda ve yasal yapısında değişimlere sebebiyet vermiştir. Bu değişim imparatorluğun farklı topraklarında farklı prosedürlerin oluşmasına sebep olmuştur. 2. Mahmut ile başlayan batılılaşma ; kendisini heterojen bir yapıda gerçekleştirdi. Dolayısıyla Osmanlı Devleti laikleşirken artık intiharı seçmiş oluyordu. “Pul” konusuna gelirsek ; itiraz şu cümle ile ifade edilmişti : “Sözde 'belge'de bir de 20 kuruşluk pul vardır. O yıllarda buğdayın kilosu 0.66 kuruştu! (Vedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğunun İktisadi Şartları, sf. 133) Basit bir veraset ilamına "20 kuruşluk pul", pek sırıtan bir uydurmadır!” Bu zamanda (2013) da buğdayın kilosu yaklaşık 0.66 TLdir. Yukarıdaki alıntıya bakarak, pulun değerini günümüze uyarlarsak pulun değeri 20 TL’ye denk düşmektedir. Yani bugün Hukuk alanında kullanılan pul değeri bakımından hiç de iddia edildiği gibi bir olumsuzluk yoktur. Bu Osmanlıca belgedeki pulun değeri normaldir. Ayrıca ; Selanik; kapitülasyonların getirdiği serbesti ile özellikle İstanbul rejimine karşı örgütlenmelerin çok geliştiği bir sanayi ve özellikle ticaret şehriydi. Osmanlı Devleti’nde ise ; 2. Mahmut ile başlayan batılılaşma, kendisini heterojen bir yapıda gerçekleştirdi. Ekonomik olarak da farklı eyaletlerde farklı yaşantılar , sosyal durumlar ve buna bağlı hukuksal prosedürler oluştu. İstanbul ile Selanik arasında da ekonomik farklılık gerçeği vardır. Yukarıdaki Osmanlıca mahkeme kararındaki 20 kuruşluk pul, Selanik ve yöresi için hukuksal bir prosedürdür.

Kemalistin ikinci itirazı : Sözde 'belge'nin içeriği ve şekli de "ilam" denilen belgelere aykırıdır. Abdülhamid döneminde hukukun laikleştirilmesi reformlarından biri olarak çıkarılan 1879 tarihli "Senedat - ı Şer'iyenin Suret - i Tanzimi" adlı "Talimat"ta "ilam"ların nasıl yazılacağı belirtilmiştir: "İlam"da davalı ve davacının ana baba adları, şöhret, meslek ve ikametleri, delillerin niteliği mutlaka yazılır. Zabıt katibinin ve hakimin imza ve mührü şarttır. "Sicil kaydı" numarası bulunur. (Bkz. Prof. Ahmet Akgündüz, İslam ve Osmanlı Hukuku, sf. 777 - 782) Hezeyancıların uydurdukları sözde 'belge'de ise, Zübeyde Hanım'ın ve adı geçen hiç kimsenin ana baba adları belirtilmemiştir, zabıt katibinin ve hakimin imzası yoktur, sadece okunması imkansız mühürler vardır, "sicil kaydı" numarası yerine "ilam karar numarası aded / 451" diye ibare uydurulmuştur.

Şeriatçının İddiası: Söz konusu olan "Senedat - ı Şer'iyenin Suret - i Tanzimi" ; Şer’iye mahkemeleri için çıkmıştır. Bu talimat ; Asliye Hukuk mahkemesi yapısındaki Nizamiye mahkemelerini bağlamaz.

---
Kemalistin üçüncü itirazı : Bu belgeyi uyduran yani; bu hikayenin sahibi Rıza Nur adındaki akıl hastasıdır.

Şeriatçı iddia ediyor : Rıza Nur’un rivayet ettiği olay yukarıdaki Osmanlıca belgeye göre farklı rakamlarla ifade edilir. Yukarıdaki Osmanlıca Mahkeme kararının Rıza Nur’un nakliyle alakası yoktur.

---

Kemalistin dördüncü itirazı : Yukarıdaki belgede kağıdın rengi bozulmamış yazılar hasar görmemiş 110 yıllık belgede bu olanaklı değildir.

Şeriatçı iddia ediyor : Türk-İslam devletlerinde öteden beri yazılı ve yazısız kağıda hürmet fevkalade idi. Bilhassa kul hakkı geçmesi tehlikesi sebebiyle devlet evrakının muhafazasına daha çok ehemmiyet verilirdi. En büyük Türk-İslam devletlerinden biri olan Osmanlılar da aynı ananenin devamı olarak devlet evrakını en müstesna yerlerde muhafaza etmişlerdir. Osmanlı Devleti'nde modern manada milli arşivcilik konusunda ilk ciddi teşebbüs, devrin maliye nazırı Safveti Paşa'nın 1845'te Enderun'daki tarihî vesika ve defterleri bir tertip içine almaya çalışması ile görülür. Tam manasıyla modern arşivcilik ise, 1846'da Hazine-i Evrak Nezareti'nin kurulmasıyla başlar ve bugünkü Başbakanlık Arşivi'nin çekirdeğini teşkil eder. Aynı sene Bab-ı Ali'nin iç kısmında yüksekçe, rutubetsiz bir yer seçilerek ve özel olarak imal edilen tuğla ile mükemmel bir bina yapıldı. Nezaretin başına Hazine-i Evrak Nazırı olarak sadaret mektupçusu Esseyyid Hasan Muhsin Efendi tayin olundu. Türkiye'de modern arşivciliğin mimarı bu zattır denilebilir.

---
Kemalistin beşinci itirazı: O donemin kararlarında pul yoktur. Bu düzmece kağıtlarda pul var.

Şeriatçının iddiası: 11 Şevval 1290 (2 Aralık 1873) tarihli Resmi damga Nizamnâmesi gereğince bütün resmî evraka vasfına göre pul yapıştırma mecburiyeti vardı (4).

---
Kemalistin altıncı itirazı : Annesi genelevde çalışmış olan ve üstelik bu durumu mahkeme kararıyla belgelenmiş birisini Osmanlı ordusunda askeri okullarla alıyorlar mıydı?

Şeriatçı iddia ediyor : Bu itiraza verilecek yanıt olarak 4. Murad’a sunulan Koçi Bey Risalesi aydınlatıcıdır. Bu risalede Koçi Bey, hem de batılılaşma sürecinden önceki Osmanlı Devleti’nde ‘ne olduğu bilinmeyenler’in ayyaşların nesepsizlerin devlet erkanına-sarayına yerleştiği gerçeğini padişaha sunmuştur.

---
Kemalistin yedinci itirazı : Osmanlı’nın o yıllarında resmi genelev var mıydı?

Şeriatçı iddia ediyor: Osmanlı ; genelev kurulmasına göz yummak gibi , bu tür günahları yasal güvenceye aldığı için , yıkıldı.

---
Kemalistin sekizinci itirazı : Böyle bir durum olsaydı Mustafa Kemal'in muhalifleri o yıllarda ve sonrasında M. Kemal'i öldürme girişimleri yerine bu durumu kullanmazlar mıydı?

Şeriatçı iddia ediyor : Yukarıdaki Osmanlıca belgede belirtilen Mustafa Kamal’in durumu, o günlerde biliniyordu ancak Selanik gibi içinden geldiği toplumun batılılaşma ve İttihat-Terakki sempatizanı çevreler olması onun ‘saygın bir asker olduğu’nu Anadolu halklarına kabul ettirmeyi geciktirmemiştir.

---
Kemalistin dokuzuncu itirazı : Böyle bir durum olsaydı Padişah Vahidettin M. Kemal'e kızıyla evlenmesini önerir miydi?

Şeriatçı iddia ediyor : Padişah Vahideddin Han’ın kızını Mustafa Kemal’le evlendirmeyi istemesinin sebebi; Vahideddin Han’ın Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunu sezerek; İngilizlerin gözbebeği Mustafa Kemal’in yeni kuracağı devleti az da olsa Osmanlı Töresine bağlamak istemesindendi.

---
Kemalistin onuncu itirazı : Zübeyde Hanım Ali Rıza Efendi’yle ne zaman evlendi düzmece kararın yılı olan 1882'ye dek kaç çocuğu oldu M. Kemal'den önceki üç çocuğu için neden babalık davası söz konusu değil mahkeme sırasında Ali Rıza Efendi'nin durumu ne sağ mı ölü mü Zübeyde Hanım’ın kocası mı değil mi? Sağsa ve Zübeyde Hanım’ın kocasıysa bu durumda evli bir kadın nasıl babalık davası açabiliyor? Annesinin ikinci evliliğine bile küçük yaşına rağmen katlanamayan bir Mustafa Kemal annesinin böyle bir durumu olsa onu reddetmez miydi? Böyle bir anneye ölümüne dek bakar mıydı? Ayrıca sözü edilen tarihte Zübeyde Hanım 24 yaşında ve babasıyla iki erkek kardeşi var. Bu koşullarda ve o günkü Türk aile yapısında böyle bir durum olabilir mi? Mustafa Kemal'in baba soyu Aydın/ Söke'den gelerek Manastır vilayetine yerleştirilen "Kocacık Yörükleri (Koca Hamza Yörükleri)"ndendir. Ali Rıza Efendi Manastır'ın Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık'ta dünyaya gelmiştir(1839). Aile sonradan Selanik'e göçmüştür. Babası ilkokul öğretmeni Kızıl Hafız Ahmet Efendi'dir. Amcası Kızıl Hafız Mehmet Efendi'dir. Taşıdıkları "Kızıl" lakabı ve yerleştikleri yere "Kocacık" denmesi; Ali Rıza Efendi'nin soyunun Anadolu'nun da Türkleşmesinde katkısı olan " Kızıl-Oğuz" yahut "Kocacık Yörükleri-Türkmenleri"nden geldiğini göstermektedir. Anne soyunda olduğu gibi baba soyunda da en sağlam bilgiler önce Atatürk'ün annesinin kardeşinin anlattıkları; sonra çevrelerinin aktardıklarıdır. Makbule Hanım; "Babam Ali Rıza Efendi Selanik'lidir. Kendileri Yörük sülalesindendir." Atatürk: "... Benim atalarım Anadolu'dan Rumeli'ye gelmiş Yörük Türkmenler'dendir." M. Kemal'in Selanik'te mahalle ve okul arkadaşı Kütahya Milletvekillerinden Mehmet Somer (1882-1950) "Atatürk'ün ataları hakkında benim bildiğim şunlar: Atatürk'ün ataları Anadolu'dan gelerek Manastır vilayetinin Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık nahiyesine yerleşmişlerdir. Bunları ben Selanik'in ihtiyarlarından duymuştum. Kocacık'lıların hepsi öz Türkçe konuşurlar. İri yapılı adamlardır. Bunların hepsi Yörük'tür... Bunların kıyafetleri Anadolu Türklerine benzer. Yaşayışları hatta lehçeleri de aynidir."10 Kasım 1993'te Milliyet gazetesi "Ata'nın Soy Kütüğü" isimli bir yazı yayımlar. Gazeteci Altan Araslı Kocacık köyüne giderek bir araştırma yapar ve köylülerle konuşur. Kocacıklı Numan Kartal'ın aktardıkları: "Ali Rıza Efendi Manastır vilayetinin Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık'ta dünyaya gelir. Kocacık'ın nüfusu tamamen Türk'tür. Hepsi de Yörük Türkmenleri. Anadolu'dan geldiler. Bizler Müslüman Oğuzların Türkmen boyundanız.." (5).

Şeriatçı iddia ediyor : Yukarıdaki paragraftaki tüm bilgiler, gerçek tarih değil, resmi ideolojinin tarihidir. Ali Rıza Bey’in dedesi ve Zübeyde hanımın babası bilinmezken ve Atatürk’ün doğum günü kimse tarafından tespit edilemiyorken , “Atatürk’ü Koruma Kanunu” işlerken, arşivler açılamıyorken; bize öğretilen her bilgi, soru işaretinden kurtulamamaktadır. Çoğumuz babamızın babasını hatırlamayız belki ismini bilmeyebiliriz.. Ama araştırınca öğrenebiliriz. Atatürk’ün babasının dedesi ise araştırılamayacak kadar karanlık bir konudur. Öyle olmasaydı Atatürkçülerce Atatürk’ün aile ağacı tüm Türkiye’de yayımlanır, bize de susmak düşerdi.

Evet sevgili forum arkadaşlarım. Tartışmayı okudunuz. Tartışma bu şekilde büyüyüp gidiyor, sizce bu konunun üzerinde durulmalı mı , durulmalı ise siz ne düşünüyorsunuz,tartışalım.


Dipnotlar:

(1) : Bilgi için bakınız : http://mustafakemalinbabasikim.blogspot.de/
(2) :
http://www.milliyet.com.tr/1999/06/03/yazar/akyol.html
(3) : Aydoğan YOLYAPAN; Osmanlı Devleti’nde Askeri Yargının Gelişimi.
(4) : Düstur,Tertip 1,Cilt 3 : Düstur,Cild-i salis. Sayfa 302 .
(5) : "Ata'nin soy kutugu" 10 Kasim 1993 Milliyet.
 
A

araştırman

Misafir
#2
yani böyle miras gibi neseb gibi davalara madem şeriyye mahkemesi değilde asliye mahkemesi bakıyordu o zaman şeriyya mahkemeleri ne işle meşgulmüş, bu sözde şeriatçı kafa halife olarak geçen padişah vahdettini bile bir nevi pezevenk yerine koymuş ve kendi koltuğunun ikbali nedeniyle nesebi belli olmayan, hatta nesebi sakıncalı biriyle kızını evlendirmek istediğini belirtiyor, birde sultan murad zamanındaki olayı örnek göstererek bu tür nesebi bozuk kişilerin harp okullarına harp akademilerine girebileceğini iddia ediyor ama düşünmüyorki, 1839 yılında jandarma teşkilatı 1845 yılında zabita yani polis teşkilatı kurulmuş ve bırakın subay olmayı osmanlıda sıradan memur olacaklar bile sıkı bir kovuşturmaya tabi tutulmuş, bir diğer talimatta devlet memuru olmak için türk olmak zorunluluğu varken demekki kolunu sallayan memur yada subay olabilirdi demek osmanlıya koskoca 600 yıllık cihan imparatorluğuna ihanettir, pul konusu apayrı, bu gün bile damga vrgisi var ama tapuda bile bu oran binde 2 yi geçemezken osmanlıda basit bir nesep davasında 20 kuruş amma da atmışlar, ancak aptallar kanar ki aptalda dolu zaten dmekki umduklarını başarmışlar, bunlar birde şeriat Allah ismini kullanarak bunları yapıyor, bunları Allh ıslah etsin
 
M

Metin Öztürk

Misafir
#3
Selanik Asliye Hukuk Mahkemesi Olayı Nedir?Yıllardır bazı çevrelerce elden ele dolaşan bir belge var, onu tartışalım. Aşağıda belgenin aslını ve (Latin)Türkçesini bulabilirsiniz: (Belgenin açılması için biraz bekleyelim) http://i1212.photobucket.com/albums/cc458/rojawelad/adsz2.jpg
Belgenin büyük fotoğrafı:
http://i1291.photobucket.com/albums/b557/berxwedanmaran/Selanik_Asliye_Hukuk_Mahkemesi1_zps315396aa.png
Şimdi, izin verirseniz iki grup tartışmacıya söz hakkı verelim, biri belgeyi yalanlayan biri de doğrulayan kişiler olsun.


Belgeyi yalanlayanlar ile belgeyi doğrulayanları karşı karşıya getirirsek;

Belgeyi öne sürenlerin verdiği bilgi şudur : Selanik’te Abduş adındaki bir kabadayı öldüğü vakit onun mirası tartışma mevzusu olmuştur. Zübeyde adındaki kadın ; Abduş’un karısı olduğunu iddia eder, Abduş’tan kalan mirasın tamamının kendisine ait olduğunu ve oğlu Mustafa’nın Abduş’un oğlu olduğunu söyler. Bunun üzerine Abduş’un akrabaları bu duruma karşı çıkarak, Zübeyde Hanım’ın genelevde çalıştığı ve Abduş ile anlaştığı vakit Zübeyde’nin oğlu Mustafa’nın iki yaşında olduğunu iddia ederek; bu söylenenlerin doğruluğu için Zübeyde Hanım’ın çalıştığı geneleve sorulmasını mahkemeden isterler. Mahkeme de gerçekten geneleve yazdığı tezkerenin cevabında , Zübeyde hanımın genelevde çalıştığı ve Abduş’la beraber anlaşıp çıktığı malumatı üzerine , Zübeyde hanımın miras davasının reddine karar verir (1).

Kemalist tartışmacı itiraz ederek tartışmayı başlatıyor : Selanik Asliye Hukuk Mahkemesi böyle bir "ilam" (karar) vermiş olamaz. Osmanlı'da miras, aile, nesep, nafaka gibi konularda Müslümanlar için Şer'iye mahkemeleri, Hıristiyanlar için kiliseler görevli idi. Prof. Ahmet Akgündüz'ün editörlüğünde yayınlanan "Şer'iye Sicilleri"adlı büyük eserin 1. cildinde bu konuda geniş bilgi vardır. (Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı yayınları, İstanbul 1988) Osmanlı'da aile, miras ve nesep davalarına her devirde Şer'iye mahkemeleri bakmıştır. Tanzimat'la başlayan hukuk reformları sürecinde, 1867 tarihli Divan - ı Ahkam - ı Adliye Nizamnamesi, bu konulara Şer'iye mahkemelerinin bakacağını kesin olarak belirtmiştir. Asliye mahkemelerinin temelini oluşturan Nizamiye mahkemelerinin görev alanı ise ticaret, borçlar, gayrimenkul gibi davalardır. 1871'de bu görev bölümüne ilişkin yasa çıkmıştır. (Sf. 77 - 79) Zübeyde Hanım bir miras davası açmış ve bu sebeple Mustafa Kemal'in babası mahkemece araştırılmış olsaydı, bu işe "Selanik Asliye Mahkemesi"değil, "Selanik Şer'iye Mahkemesi" bakacak ve "ilam" (karar) verecekti!! Sözde 'belge'de bir de 20 kuruşluk pul vardır. O yıllarda buğdayın kilosu 0.66 kuruştu! (Vedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğunun İktisadi Şartları, sf. 133) Basit bir veraset ilamına "20 kuruşluk pul", pek sırıtan bir uydurmadır! (2).

Şeriatçı bu itiraza karşı iddia ediyor : Yukarıdaki paragrafın doğru olduğunu varsayalım. O durumda , baştaki Osmanlıca belgenin metni ve içeriği hakkında bu kadar ayrıntılı, bu kadar iyi tasarlanmış bir senaryo ; bu kadar ince ‘komplo planı’ kuracak beyinler, herhalde ‘Pul’ ve ‘Şeriyye-Asliyye’ konusunda da dikkatli olurlardı değil mi? Üst paragraftaki itirazların doğru olduğunu varsayarsak durum böyledir. Peki üst paragraftaki iddialar gerçekten de doğru mudur? (3) Aşağıdaki linki tıklayalım:

http://i1291.photobucket.com/albums/b557/berxwedanmaran/Selanik_Asliye_Hukuk_Mahkemesi___1_zpsc703e01b.png

Dolayısıyla Osmanlı Devleti’nde 1877’den itibaren Asliye Hukuk Mahkemeleri kurulmuştur ve bu mahkemeler, o zamandan bu zamana miras davasına –da- bakmaktadırlar. Bu belge gerçektir. Tanzimat Sonrası Osmanlı Devleti’ndeki hukuksal ve sosyal evrim; devletin tüm kurumlarını altüst etmiş ve devlet Şeriat’tan vazgeçmiştir. Hukuksal evrimde ; örneğin yukarıdaki Osmanlıca (mahkeme kararı) belgede yargıçların isim ve kıdemlerinin olup olmaması, hakim ve kadıların eğitim durumu, karardaki yazım ve görüş üslubunun yapısı, Osmanlı’nın karmaşıklaşan heterojen yapısının prototipi özelliğindedir. Osmanlı Devleti’nin Karlofça Anlaşmasıyla yaşamaya başladığı 2. Mahmut ile tırmanan büyük bir travma ile batılılaşma yolunda batılılaşma hedefiyle yürümesi, Osmanlı Devleti’nin bir çok kurumunda ve yasal yapısında değişimlere sebebiyet vermiştir. Bu değişim imparatorluğun farklı topraklarında farklı prosedürlerin oluşmasına sebep olmuştur. 2. Mahmut ile başlayan batılılaşma ; kendisini heterojen bir yapıda gerçekleştirdi. Dolayısıyla Osmanlı Devleti laikleşirken artık intiharı seçmiş oluyordu. “Pul” konusuna gelirsek ; itiraz şu cümle ile ifade edilmişti : “Sözde 'belge'de bir de 20 kuruşluk pul vardır. O yıllarda buğdayın kilosu 0.66 kuruştu! (Vedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğunun İktisadi Şartları, sf. 133) Basit bir veraset ilamına "20 kuruşluk pul", pek sırıtan bir uydurmadır!” Bu zamanda (2013) da buğdayın kilosu yaklaşık 0.66 TLdir. Yukarıdaki alıntıya bakarak, pulun değerini günümüze uyarlarsak pulun değeri 20 TL’ye denk düşmektedir. Yani bugün Hukuk alanında kullanılan pul değeri bakımından hiç de iddia edildiği gibi bir olumsuzluk yoktur. Bu Osmanlıca belgedeki pulun değeri normaldir. Ayrıca ; Selanik; kapitülasyonların getirdiği serbesti ile özellikle İstanbul rejimine karşı örgütlenmelerin çok geliştiği bir sanayi ve özellikle ticaret şehriydi. Osmanlı Devleti’nde ise ; 2. Mahmut ile başlayan batılılaşma, kendisini heterojen bir yapıda gerçekleştirdi. Ekonomik olarak da farklı eyaletlerde farklı yaşantılar , sosyal durumlar ve buna bağlı hukuksal prosedürler oluştu. İstanbul ile Selanik arasında da ekonomik farklılık gerçeği vardır. Yukarıdaki Osmanlıca mahkeme kararındaki 20 kuruşluk pul, Selanik ve yöresi için hukuksal bir prosedürdür.

Kemalistin ikinci itirazı : Sözde 'belge'nin içeriği ve şekli de "ilam" denilen belgelere aykırıdır. Abdülhamid döneminde hukukun laikleştirilmesi reformlarından biri olarak çıkarılan 1879 tarihli "Senedat - ı Şer'iyenin Suret - i Tanzimi" adlı "Talimat"ta "ilam"ların nasıl yazılacağı belirtilmiştir: "İlam"da davalı ve davacının ana baba adları, şöhret, meslek ve ikametleri, delillerin niteliği mutlaka yazılır. Zabıt katibinin ve hakimin imza ve mührü şarttır. "Sicil kaydı" numarası bulunur. (Bkz. Prof. Ahmet Akgündüz, İslam ve Osmanlı Hukuku, sf. 777 - 782) Hezeyancıların uydurdukları sözde 'belge'de ise, Zübeyde Hanım'ın ve adı geçen hiç kimsenin ana baba adları belirtilmemiştir, zabıt katibinin ve hakimin imzası yoktur, sadece okunması imkansız mühürler vardır, "sicil kaydı" numarası yerine "ilam karar numarası aded / 451" diye ibare uydurulmuştur.

Şeriatçının İddiası: Söz konusu olan "Senedat - ı Şer'iyenin Suret - i Tanzimi" ; Şer’iye mahkemeleri için çıkmıştır. Bu talimat ; Asliye Hukuk mahkemesi yapısındaki Nizamiye mahkemelerini bağlamaz.

---
Kemalistin üçüncü itirazı : Bu belgeyi uyduran yani; bu hikayenin sahibi Rıza Nur adındaki akıl hastasıdır.


Şeriatçı iddia ediyor : Rıza Nur’un rivayet ettiği olay yukarıdaki Osmanlıca belgeye göre farklı rakamlarla ifade edilir. Yukarıdaki Osmanlıca Mahkeme kararının Rıza Nur’un nakliyle alakası yoktur.

---

Kemalistin dördüncü itirazı : Yukarıdaki belgede kağıdın rengi bozulmamış yazılar hasar görmemiş 110 yıllık belgede bu olanaklı değildir.

Şeriatçı iddia ediyor : Türk-İslam devletlerinde öteden beri yazılı ve yazısız kağıda hürmet fevkalade idi. Bilhassa kul hakkı geçmesi tehlikesi sebebiyle devlet evrakının muhafazasına daha çok ehemmiyet verilirdi. En büyük Türk-İslam devletlerinden biri olan Osmanlılar da aynı ananenin devamı olarak devlet evrakını en müstesna yerlerde muhafaza etmişlerdir. Osmanlı Devleti'nde modern manada milli arşivcilik konusunda ilk ciddi teşebbüs, devrin maliye nazırı Safveti Paşa'nın 1845'te Enderun'daki tarihî vesika ve defterleri bir tertip içine almaya çalışması ile görülür. Tam manasıyla modern arşivcilik ise, 1846'da Hazine-i Evrak Nezareti'nin kurulmasıyla başlar ve bugünkü Başbakanlık Arşivi'nin çekirdeğini teşkil eder. Aynı sene Bab-ı Ali'nin iç kısmında yüksekçe, rutubetsiz bir yer seçilerek ve özel olarak imal edilen tuğla ile mükemmel bir bina yapıldı. Nezaretin başına Hazine-i Evrak Nazırı olarak sadaret mektupçusu Esseyyid Hasan Muhsin Efendi tayin olundu. Türkiye'de modern arşivciliğin mimarı bu zattır denilebilir.

---
Kemalistin beşinci itirazı: O donemin kararlarında pul yoktur. Bu düzmece kağıtlarda pul var.


Şeriatçının iddiası: 11 Şevval 1290 (2 Aralık 1873) tarihli Resmi damga Nizamnâmesi gereğince bütün resmî evraka vasfına göre pul yapıştırma mecburiyeti vardı (4).

---
Kemalistin altıncı itirazı : Annesi genelevde çalışmış olan ve üstelik bu durumu mahkeme kararıyla belgelenmiş birisini Osmanlı ordusunda askeri okullarla alıyorlar mıydı?


Şeriatçı iddia ediyor : Bu itiraza verilecek yanıt olarak 4. Murad’a sunulan Koçi Bey Risalesi aydınlatıcıdır. Bu risalede Koçi Bey, hem de batılılaşma sürecinden önceki Osmanlı Devleti’nde ‘ne olduğu bilinmeyenler’in ayyaşların nesepsizlerin devlet erkanına-sarayına yerleştiği gerçeğini padişaha sunmuştur.

---
Kemalistin yedinci itirazı : Osmanlı’nın o yıllarında resmi genelev var mıydı?


Şeriatçı iddia ediyor: Osmanlı ; genelev kurulmasına göz yummak gibi , bu tür günahları yasal güvenceye aldığı için , yıkıldı.

---
Kemalistin sekizinci itirazı : Böyle bir durum olsaydı Mustafa Kemal'in muhalifleri o yıllarda ve sonrasında M. Kemal'i öldürme girişimleri yerine bu durumu kullanmazlar mıydı?


Şeriatçı iddia ediyor : Yukarıdaki Osmanlıca belgede belirtilen Mustafa Kamal’in durumu, o günlerde biliniyordu ancak Selanik gibi içinden geldiği toplumun batılılaşma ve İttihat-Terakki sempatizanı çevreler olması onun ‘saygın bir asker olduğu’nu Anadolu halklarına kabul ettirmeyi geciktirmemiştir.

---
Kemalistin dokuzuncu itirazı : Böyle bir durum olsaydı Padişah Vahidettin M. Kemal'e kızıyla evlenmesini önerir miydi?


Şeriatçı iddia ediyor : Padişah Vahideddin Han’ın kızını Mustafa Kemal’le evlendirmeyi istemesinin sebebi; Vahideddin Han’ın Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunu sezerek; İngilizlerin gözbebeği Mustafa Kemal’in yeni kuracağı devleti az da olsa Osmanlı Töresine bağlamak istemesindendi.

---
Kemalistin onuncu itirazı : Zübeyde Hanım Ali Rıza Efendi’yle ne zaman evlendi düzmece kararın yılı olan 1882'ye dek kaç çocuğu oldu M. Kemal'den önceki üç çocuğu için neden babalık davası söz konusu değil mahkeme sırasında Ali Rıza Efendi'nin durumu ne sağ mı ölü mü Zübeyde Hanım’ın kocası mı değil mi? Sağsa ve Zübeyde Hanım’ın kocasıysa bu durumda evli bir kadın nasıl babalık davası açabiliyor? Annesinin ikinci evliliğine bile küçük yaşına rağmen katlanamayan bir Mustafa Kemal annesinin böyle bir durumu olsa onu reddetmez miydi? Böyle bir anneye ölümüne dek bakar mıydı? Ayrıca sözü edilen tarihte Zübeyde Hanım 24 yaşında ve babasıyla iki erkek kardeşi var. Bu koşullarda ve o günkü Türk aile yapısında böyle bir durum olabilir mi? Mustafa Kemal'in baba soyu Aydın/ Söke'den gelerek Manastır vilayetine yerleştirilen "Kocacık Yörükleri (Koca Hamza Yörükleri)"ndendir. Ali Rıza Efendi Manastır'ın Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık'ta dünyaya gelmiştir(1839). Aile sonradan Selanik'e göçmüştür. Babası ilkokul öğretmeni Kızıl Hafız Ahmet Efendi'dir. Amcası Kızıl Hafız Mehmet Efendi'dir. Taşıdıkları "Kızıl" lakabı ve yerleştikleri yere "Kocacık" denmesi; Ali Rıza Efendi'nin soyunun Anadolu'nun da Türkleşmesinde katkısı olan " Kızıl-Oğuz" yahut "Kocacık Yörükleri-Türkmenleri"nden geldiğini göstermektedir. Anne soyunda olduğu gibi baba soyunda da en sağlam bilgiler önce Atatürk'ün annesinin kardeşinin anlattıkları; sonra çevrelerinin aktardıklarıdır. Makbule Hanım; "Babam Ali Rıza Efendi Selanik'lidir. Kendileri Yörük sülalesindendir." Atatürk: "... Benim atalarım Anadolu'dan Rumeli'ye gelmiş Yörük Türkmenler'dendir." M. Kemal'in Selanik'te mahalle ve okul arkadaşı Kütahya Milletvekillerinden Mehmet Somer (1882-1950) "Atatürk'ün ataları hakkında benim bildiğim şunlar: Atatürk'ün ataları Anadolu'dan gelerek Manastır vilayetinin Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık nahiyesine yerleşmişlerdir. Bunları ben Selanik'in ihtiyarlarından duymuştum. Kocacık'lıların hepsi öz Türkçe konuşurlar. İri yapılı adamlardır. Bunların hepsi Yörük'tür... Bunların kıyafetleri Anadolu Türklerine benzer. Yaşayışları hatta lehçeleri de aynidir."10 Kasım 1993'te Milliyet gazetesi "Ata'nın Soy Kütüğü" isimli bir yazı yayımlar. Gazeteci Altan Araslı Kocacık köyüne giderek bir araştırma yapar ve köylülerle konuşur. Kocacıklı Numan Kartal'ın aktardıkları: "Ali Rıza Efendi Manastır vilayetinin Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık'ta dünyaya gelir. Kocacık'ın nüfusu tamamen Türk'tür. Hepsi de Yörük Türkmenleri. Anadolu'dan geldiler. Bizler Müslüman Oğuzların Türkmen boyundanız.." (5).


Şeriatçı iddia ediyor : Yukarıdaki paragraftaki tüm bilgiler, gerçek tarih değil, resmi ideolojinin tarihidir. Ali Rıza Bey’in dedesi ve Zübeyde hanımın babası bilinmezken ve Atatürk’ün doğum günü kimse tarafından tespit edilemiyorken , “Atatürk’ü Koruma Kanunu” işlerken, arşivler açılamıyorken; bize öğretilen her bilgi, soru işaretinden kurtulamamaktadır. Çoğumuz babamızın babasını hatırlamayız belki ismini bilmeyebiliriz.. Ama araştırınca öğrenebiliriz. Atatürk’ün babasının dedesi ise araştırılamayacak kadar karanlık bir konudur. Öyle olmasaydı Atatürkçülerce Atatürk’ün aile ağacı tüm Türkiye’de yayımlanır, bize de susmak düşerdi.

Evet sevgili forum arkadaşlarım. Tartışmayı okudunuz. Tartışma bu şekilde büyüyüp gidiyor, sizce bu konunun üzerinde durulmalı mı , durulmalı ise siz ne düşünüyorsunuz,tartışalım.

Dipnotlar:

(1) : Bilgi için bakınız : http://mustafakemalinbabasikim.blogspot.de/
(2) : http://www.milliyet.com.tr/1999/06/03/yazar/akyol.html
(3) : Aydoğan YOLYAPAN; Osmanlı Devleti’nde Askeri Yargının Gelişimi.
(4) : Düstur,Tertip 1,Cilt 3 : Düstur,Cild-i salis. Sayfa 302 .
(5) : "Ata'nin soy kutugu" 10 Kasim 1993 Milliyet.